Yazan Güven Ersen, Kasım 2012
Şile'de batan bir gemiye yardım için giden, kıyı emniyetine bağlı personelin geçirdiği kazayla duyduk isimlerini.
O talihsiz kaza olana dek tanımazdık hiç birini. Sadece bir baba, bir eş, bir oğul, bir kardeştiler kendi dünyalarında.
Kıyıları döven azgın dalgalarla birlikte, kayalara tutunmaya çalışan Cemil Kaptan'ı gördük ekranlarda. Çaresizlik içinde birkaç kişi yardım etmeye çalışıyordu. Belki bir ip, belki bir el, belki uzatılacak başka bir şey, çekip alacaktı oradan. Yardım etmeye çalışanlar çok yakındı kaptana. Ama olmadı. Şiddetli bir dalga darbesiyle kayboldu Cemil Kaptan, gözlerden.
Bu yaşananların ardından ne denilirse denilsin. İhmalkârlık, tedbirsizlik, kahramanlık, cesaret, cehalet, yazgı, görev aşkı. Hepsi boştur artık.
Kıyıya tutunmuş bir insana dokunmak bu kadar yakınken ve o kişi son bir umutla bu direnci gösterirken, eller kollar bağlı, bir yaşamın son buluşuna tanık olmanın, berbat, rezil duygusunu yaşayıp hissetmektir bize kalan.
Dünyanın en zor üçüncü mesleği olduğu söylenir denizcilik için. Ağır koşulları vardır, zorluk ve tehlike doludur. İlginç sektördür. Karada, daha denize inmeden tersanede başlar ölümle yüzleşme.
İster bir balıkçı teknesinde, ister dev yük gemisinde zorluklar hep aynıdır. Fırtınası ayazı, dalgası, aylarca süren özlem dolu günleri vardır. Bunlarla boğuşurken birde ucuz maliyetli üretim yükü binmiştir omuzlara.
Ama yapışmışsa denizin tuzu tenine, hele birde denizciyim demişse kendine, kolay değildir yaşam biçimine dönüşmüş bu dünyadan uzaklaşmak.
Oysa farkındadır tehlikenin, farkındadır güçlüklerin ama ekmek kavgası bu. Kimi taştan çıkarır, kimi topraktan, kimi denizden. En kolayı ter dökmeden olanıdır, o da herkesin harcı değildir zaten.
Denizden geçimini sağlayan insanlarla yakın dostluklar kuran ve birçok eserinde onların yaşamlarını işleyen Sait Faik “Ağıt” isimli öyküsünde, balıkçı Apostol Efendi ile Istakoz avına çıkar.
Ağa taktıkları yem işin gereği keçi derisidir ve dayanılmaz bir kokusu vardır. Bu ağır koku rahatsız eder yazarı, taze, kokmamış yemler kullanmayı önerir balıkçıya. Apostol Efendi bilge bir tavırla karşı çıkar bu teklife 'taze yem mi koyalım? Koyalım da gelsin yanından geçsin yüzüne bile bakmasın… Bekle dur babam ki koksun. Kokmuş olmalı efendim, kokmuş. Kokusunu uzaktan almalı ki kıçın kıçın gelsin… Para bedava mı kazanılır?.. Ben bir şey diyeyim mi sana? Para kazanmak kokulu, pis iştir ama kokudan kokuya fark vardır. Kimi koku benimkisi gibi aşikârdır. Kimisi de gizli.' (Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar, T. İş Bankası Kültür Yayınları). Hep üzerimizde taşıdık farkında olmanın huzursuzluğunu. Sanma bilmeyiz, sanma anlamayız seni Apostol Efendi. Biz de biliriz nafaka nasıl çıkarılır denizden. Biz de anlarız az çok çekilen acıyı, çileyi.
Ve emin ol, düş süslerimizdir, boğazdan geçecek bir lokma için kazanılan paradan, temiz kokular dağılan bir dünya.
Her gün, “Aman Ha Dikkat!” nidalarıyla iletişim araçlarından uyarılar alıyoruz. SGK'nın tuzaklarına dikkat, Vatandaşa sinsi kredi kart'ı tuzağı, Organik gıdada büyük tuzak, Kanser hastalarına büyük tuzak, Bankaların büyük tuzağı. Yukarıdaki örnekleri olduğu gibi yazın, arama motorlarında karşınıza yüzlerce örnek çıkacaktır.
Zaman gerçekten hızlı mı geçiyor, yoksa kalıplaşmış tekrarlar yaşandığı için mi öyle algılanıyor? Belki içi yeterince doldurulmadığından, belki kontrol etme gücü kaçırıldığından zamanın hızlıca eriyip gittiği kanısına varılıyor.
İstanbul'un yeniden yapılanması gerekliliği elbette tartışılmazdır. Hele ki bir deprem beklentisi içinde olmak, bu binalarda yaşayan insanların korkularını gidermek, olası bir felakette kayıpların en aza indirilmesi adına bu tür çalışmalar İstanbul için kaçınılmazdır.
Wir benötigen Ihre Zustimmung zum Laden der Übersetzungen
Wir nutzen einen Drittanbieter-Service, um den Inhalt der Website zu übersetzen, der möglicherweise Daten über Ihre Aktivitäten sammelt. Bitte überprüfen Sie die Details in der Datenschutzerklärung und akzeptieren Sie den Dienst, um die Übersetzungen zu sehen.