Yazan Çiğdem Şen, Nisan 2013
Alman televizyon kanalı ARD'de yayınlanan “weltspiegel” adlı programda İstanbul'un Sulukule, Balat ve Fikirtepe gibi semtlerindeki kentsel dönüşüm projesi esnasında yaşanan değişimlerden bahsedildi. Gecekonduların yıkılması ile yerine yapılan yüzme havuzlu, paha biçilemeyen, etrafı çevrilmiş sitelerin inşaat aşamaları, yine semtin eski sakinlerinin alışmış oldukları yaşam ortamlarından uzaklaştırılarak, Sulukule'den Taşoluk gibi Istanbul'un merkezinden uzak,başka bölgelere konuşlandırılması mercek altına alındı.Yeni oluşan/ oluşacak mahallelerin sakinlerini ise, personelli, yüksek kalite standartlı konutlar bekliyor. Bu yayında altı çizilen bir başka konu, kentsel dönüşüm çalışmalarının her ne kadar Istanbul'un deprem tehlikesi altında olması nedeniyle, yeni bir yapılandırmaya gidişin zorunluluğu ve bu zorunluluktan kaynaklı inşaat sektörüne getirilen büyük kazanç fırsatları.
31 Mayıs 2012 tarihinde resmi gazetede yayımlanan 28309 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştrülmesi Hakkında Kanun'un birinci Maddesinde şöyle yazıyor:
Bu Kanunun amacı; afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir.
İstanbul'un yeniden yapılanması gerekliliği elbette tartışılmazdır. Hele ki bir deprem beklentisi içinde olmak, bu binalarda yaşayan insanların korkularını gidermek, olası bir felakette kayıpların en aza indirilmesi adına bu tür çalışmalar İstanbul için kaçınılmazdır.
Bu düşünce ile yola çıktığımızda, yasanın gerekli olduğu, Istanbul ve Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde olumlu sonuçlar elde edilebileceğine inanarak, hatta bu tür organizasyonların ve şehir planlamalarının yöntem sorgulamalarını da bir yana bırakarak, sade vatandaş tarafından nasıl algılandığı ve yorumlandığı noktası belki de işin en hassas ve ilginç tarafı.
Daha naif bir yaklaşım ile, hedef, yasada belirtildiği gibi, insanlara mutlu ve güvenli ortamlar sağlamak ve bu tür gelişmeleri, insana ve doğaya yararlı kılmak ise, vicdan ve akıl sahibi her insanın bu tür çalışmaları desteklemesi gayet doğaldır.Yine doğaldır ki, bu dev projelerden beklenti de hem ülke ekonomisine hem de sektörlere katkı sağlamasıdır.
Ancak, kentsel dönüşüm projeleri hazırlanırken, taraflar arasında denge adil bir şekilde kurulmalıdır. Bir başka deyişle, yeni kentler planlanırken, bir tarafın mutluluğu diğer tarafın mutsuzluğu haline dönüşmemelidir. Onlar, hatta yüzyıllar boyu bulundukları mekanlarla özdeşleşen, bir yığın anılarla dolu olan semtler boşaltılırken, bu geçiş sürecini yaşayan kişilerin hem psikolojik, hem sosyolojik hem de ekonomik yapılarına hassasiyetle yaklaşmak, önemli konulardan biridir.
Hızlı gelişen lüks semtlerde sadece vaziyetleri müsait olan insanlar yer alırken, semtin yerlileri de şehir dışında kendi imkanlarına uygun mahallelerde yeni yaşam ortamlarını kurmaya çalışacaklar. Acaba bu gelişmenin sonucu olarak toplum arasında kopuşlar yaşanabilir mi? Yani siyah ve beyaz kadar farklı yaşam alanlarının oluşturulması, duygusal ve sosyal anlamda ağızlarda acı bir tat bırakmaz mı?
Mesele şu, bir semtin bu kadar hızlı gelişmesi ne kadar sağlıklı olabilir? Komşu komşuyu ne kadar tanır? Yılların getirdiği samimiyeti, güveni esnaflar yeni iş yerlerinde tekrar sağlayabilir mi? Yapay ve anaonim ortamlar oluşturarak, insan ilişkilerinin silbaştan geliştirilmesi mümkün mü? Yeni malikler o semte ve dokusuna ne kadar sahip çıkabilir? Sanırım sadece gayrimenkulunun değeri kadar. Bunlar elbette duygusal yaklaşımlar olup, ekonomik ve mantık çerçevesinde geçerli olmayan düşüncelerdir. O zaman, gelelim daha geçerli sorulara.
Deprem tehdidi altında olan Istanbul şehrinde yaklaşık 800.000 konut boş olmasına rağmen, inşaat hızı düşmüyor. Nereye bakarsak inşaat tabelaları, vinçler ve şantiyeler. Deprem riski taşıyanve artık bu kadar insanı kaldırma yetisini kaybetmiş bir şehirde bunca bina gerekli mi?
Sadece Istanbul ve diğer metropoller değil, başka küçük veya orta ölçekli şehirlerde insanlar için yaşam alanları yaratılırsa, acaba deprem gerçeği ile yüzleşecek insan sayısı azalmaz mı?
Dünyanın en özel şehirlerden biri olan İstanbul'u artık ciddi anlamda koruma altına almanın zamanı gelmedi mi?
Hızlı ve hırslı bu yapısal gelişmenin getirdiği bir sonuç olarak tarihi değerler fazlasıyla zarar görmüyor mu?
Bu yazı kaleme alındığında Fikirtepe kentsel dönüşüm çalışmalarının “riskli alan” ilan edilmesi nedeniyle durdurulduğu konusunda haberler medyada yer aldı. Doğal olarak bu konuyla ilgili çeşitli sıkıntıları da beraberinde getirdi. Umarız tüm kentlere ait çalışmalarda insani değerlerle bezenmiş, güzel ve mutlu sonuçlar elde edilir.
Yüzyıllar içinde binalara yüklenen manevi anlamlar ve yapılış sebepleri değişse de, yüksek yapı tutkusu insanoğlunu hep cezbetmiştir.
Cesur, rasyonel ve fonksyonel tasarımları ile Bauhaus anlayışının etkisi sanat, tasarım ve mimari disiplinlerde halen devam etmektedir. Bauhaus ekolünün ortaya çıkardığı mimari yapılar, eşyalar ve sanat eserleri günümüz bakış açısı ile modern ve estetik görünse de, 1920'li yıllarda yarattıkları farklılıkla dönem insanları üzerinde oldukça şaşırtıcı etkiler oluşturuyordu.
İnsanî mimarinin İstanbullu ustası: Bruno Taut
Taut bir konuşmasında şöyle der: 'Yapıların görünümü önemsizdir, asıl önemli olan şey, insanların yapıların içinde nasıl göründüğüdür.' Mimar bir binayı tasarlama aşamasında sanatçı kimliğini ve eserini ortaya koyarken, insanın fiziksel ölçeğini göz ardı etmemelidir.
Wir benötigen Ihre Zustimmung zum Laden der Übersetzungen
Wir nutzen einen Drittanbieter-Service, um den Inhalt der Website zu übersetzen, der möglicherweise Daten über Ihre Aktivitäten sammelt. Bitte überprüfen Sie die Details in der Datenschutzerklärung und akzeptieren Sie den Dienst, um die Übersetzungen zu sehen.